Tekâmül Yolu-2

“Hayır, hayır! Delirmenin eşiği falan değil, sadece biraz rahatlamak için bir terapi şekli bu” diyerek elindeki kırık camı yere bıraktı.  Belki de delirmeden hayatta kalabilmenin sırrı buydu. Konuşacak biri yoksa, var olanlarla konuşulurdu. Hem, bunu yapan bir tek kendisi değildi ya. Kim bilir kimler; nerelerde, nelerle konuşuyordu. Yavaşça oturduğu yerden kalktı. Cam kırıklarını süpürmeliydi. Cam kırıkları; koltukların, kitaplığın  altına kadar gitmiş olmalıydı ama süpürmedi.  Düşünceleri gibi, duyguları gibi dağınık kalsındı. Dışarı çıksa iyi olacaktı. Dört duvar, elbirliği ile el ele vermiş üstüne geliyordu. Montunu giydi, çantasını aldı ve kapıdan çıkmadan önce aynada kendine şöyle bir baktı. Bakışları boştu. Evi gibi, hayatı gibi, hayatın ta kendisi gibi bomboş. Dışarı çıktı. Dışarıda hayat vardı. Bütün sıkıntılara rağmen, savaşlara rağmen, her gün yaşanan ve yaşanacak olan ölümlere rağmen, içindeki boşluğa rağmen akıp giden bir hayat vardı. Elleri ceplerinde dükkanların önünden geçti, arabaların arasından geçti, aklından düşünceler geçti, düşündükçe ve yürüdükçe  zaman geçti. Kurt gibi acıktığını hissetti. Köşedeki simitçiden bir simit alacaktı ki bir anda vazgeçti. Yemek istediği şey simit değildi. Louis Ferdinand Celine’in söylediği “Giderek, her şeyden vazgeçe vazgeçe, sanki bir başkası oldum” sözünü hatırladı.   Son zamanlarda  o kadar çok şeyden vazgeçmiş ve o kadar başkası olmuştu ki, tekrar eskisi gibi olabilecek miydi bilmiyordu. Eskisi gibi neşeli, keyifli, konuşgan, espirili ve meraklı.

Eskisi gibi neşeli, hayat dolu olabilmek için bir şeyler yapmalıydı. İyi de, zaten yapıyordu.  Dün gece yaptıkları, sabahtan beri yaptıkları hep bir çaba değil miydi? Demek ki yanlış yolda çabalıyordu. Peki doğru yol neydi? Profesyonel destek almak mı yoksa söylenmesi gerekeni, gerektiği yerde söylemek mi? Şu an için profesyonel destek almayı düşünmüyordu. Bu durumda geriye diğer seçenek kalıyordu. Peki nasıl söyleyecekti? İşte onu asıl zorlayan, midesine kramplar girmesine sebep olan nokta tam da burasıydı. Midesine daha fazla kramp girmesini istemiyorsa artık bir şeyler yese iyi olacaktı.

Bir ay kadar önce açılan Kitap Restorant’a gitti. Bu restorant’ın duvarlarında panolar ve panolarda asılı kitap alıntıları vardı. Aklınıza gelebilecek her kitaptan alıntılardı bunlar.

Meselâ: “Param vardı, yiyeceğim vardı, kitabım, evim her şeyim vardı; fakat isteğim yoktu.”

Korkuyu Beklerken, Oğuz Atay.

“Bizi görmek istedikleri gibi değilsek canları sıkılır. Çünkü herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanïr!”

Simyacı. Paulo Coelho.

Sinirimden gülüyorum albayım. Çünkü sinirlerim artık gülmek için kafamın neşelenmesini beklemiyor. Bu karamsar beyinden bir kahkaha çıkmayacağı için, artık ben gülmüyorum, sinirlerim gülüyor. Hepsi bağımsızlığını kazandı albayım.

Tehlikeli oyunlar. Oğuz Atay.

“İnsanlar artık ne doğana seviniyor, ne ölene üzülüyor.

Varsa-yoksa, aldım-sattım, yaptım-çattım.”

Beyhude Ömrüm, Mustafa Kutlu.

Cam kenarındaki masalardan birine oturdu. Menü’yü inceledi. Her zamanki gibi küçük bir kararsızlıktan sonra kebap yemeye karar verdi. Garsonu çağırmak için başını kaldırdığında gördüklerine inanamadı.

Devam Edecek

Related posts

Leave a Comment